30 Ocak 2011 Pazar

Eğlenmek Gerek

Bu sabah zor bir sabahtı. Buz gibi bir havada, 6.45'te evden çıktım. Hem de pazar günü hem de bir sınav için. O sınavın çeşitli sebeplerle saatinin ve hatta sınavın olup olmayacağının belirsizliği, yaşadığım o gerilim, çektiğim karın ağrısı tarif edilemez. Günü bitirebilmek ve sağ salim eve dönebilmek için ''Acı yok Raki'' diyerek gaza getirdim kendimi. Sınav güzel geçti. Önümde bir sınav daha var ama o da cuma olduğu için şuan pek stres yaratmıyor.

Aklımda sadece eğlenmek, kaba bir tabirle dağıtmak var. Uzun zamandır eğlenmek için zaman bulamıyorum resmen. Belki üşeniyor da olabilirim. :) Ama bu istemediğim anlamına gelmiyor. Deli gibi eğlenmek istiyorum. Afedersiniz bir şeye götümle gülmek istiyorum. Gelsin votkalar gitsin tekilalar diyip sarhoş olmak istiyorum. Hiçbir şey umrumda olmasın, kafamı kurcalamasın. Tek derdim ne giyeceğime karar vermek olsun.

Sarhoş olmak ne kadar güzelse ertesi gün yaşanılan akşamdan kalma hissi bir o kadar berbat. Kusma konusuna girmek bile istemiyorum. Ama değer gibi...

                                           
                                        Hem biraz aptallık da fena olmaz.


Üç shot/şat ' tan sonra nasıl gözüktüğümü önemsemeden dans edeceğim anı sabırsızlıkla bekliyorum.

                                               Bu şarkı eşliğinde olabilir.


I know i'm not that chick :)

28 Ocak 2011 Cuma

Martı

  Baş ağrısıyla uyansam da bugünü güzel geçirmeye karar verdim. Kahvaltımı yaptım, çayımı içerken internetten gazete okudum, müzik dinledim, odamı topladım. Asıl mesele günün devamında ders çalışabilmekti ve yaptım. Sonra yapmam gereken para işleri aklıma geldi. Dışarı çıkmak için başka bir nedene daha ihtiyacım vardı çünkü hava çok soğuktu ki hala soğuk. Ben de güzel günümü daha güzel yapabilmek için bu(dokun bana) güzel şarkıyı dinlerken giyindim, süslendim ve kendimi güzel olduğuma inandırdım. Her şey GÜZELdi artık. Çıktım. İşlerimi hallettim. Eve döndüm. Aklımda hala aynı şarkı vardı. Çayımı içip şarkıyı dinlemeye devam ettim. Günüm hala güzel ama hüzünlü. Tıpkı bu şarkı gibi.

  Hala şarkı aynı. Martılar var.

  I'm sad alone
  I'm so sad on my own

27 Ocak 2011 Perşembe

Umutlarım da Olmasa...

  Çok karizmatik bir başlık yazıp, entelmişim gibi davranmak istedim. Acı çekerken, mutsuzken bile karizmatik,  kısacası ''kuul'' bir kız gibi görünmek istedim olmadı farkındayım. Onun yerine notlarımı görünce berbat webcam'ime yansıyan bu kare var elimde. İbretlik paylaşıma bir örnek...


Bu fotoğraftan çıkarılması gerek ise sınavlarımıza çok çalışmamız gerektiğidir yoksa aman ha! notlarınızı görünce siz de bu duruma düşebilirsiniz. Genç arkadaşlarıma tavsiyem budur. En büyük tesellim bu fotoğraftan sonra kimsenin sınavlara çalışmadan girmeyeceğini bilmek.

  Her şeye rağmen hayat devam ediyor. Gençlere ibret olduktan sonra bir teselli daha var benim için: bütünleme. Finallerden sonra ikinci bir şans niteliğindeki bütünlemelere bel bağladım. Çok çalışıp kaldığım dersleri geçeceğim. Hocalarıma selam çakacağım.

  Umutlarım da olmasa ne olur bilemiyorum.
  Ah umutlarım da olmasa...

26 Ocak 2011 Çarşamba

Çay Üzerine

  Blogun adını Çay İçelim koyunca ilk yazımı da bu konu ile ilgili yazmak istedim. Zaten şu anda çay içtiğim için başka hiçbir şey düşünemiyorum.

  Trilyar (evet trilyon değil) tane blog varken bir ben mi eksiktim? Gerçekten bu soruyu çok sordum kendime. Dedim Soğan yapma etme, geçici bi heves bu. İki gün sonra aklına bile gelmiycek yazmak. Sonra bi hal geldi, 1 senedir aklımda olan şeyi bugün yaptım. Böyle bir şey için 1 sene düşünmek çok komik tabi. Düşünmüşüm ama sadece açsam mı açmasam mı diye. Ne yazacağım, blogumun ismi ne olacak, ulu orta mı yoksa gizli mi kalacağım bunlar hakkında bir fikrim yokmuş. Anahtar kelimeleri 'kombin' olan modacı kız blogları, çok komikli yazanlar, mutsuz takılanlar, ayıplı yazanlar... Her çeşit blog hakkında az çok bilgim var. Marifet değil tabi ama okumayı seviyorum bazen kitap okumak yerine işte bu saydıklarımı okumuşum. Özenmişim bildiğin. Bir de 6.sınıftaki Türkçe öğretmenim vardı. Hepimizin günlük yazmasını isterdi. Günlük yazmanın ne kadar cici olduğunu anlatır dururdu. Kendisini hiç sevmediğim için günlük işinden soğumuştum. Şimdi bu bir blog olduğuna göre onun sözünü dinlemiş olmuyorum ve yazıyorum. :)

  Esas konumuz çay. Çay benim en sevdiğim içecek. Çay öyle sevimli öyle güzel o kadar masum ki. Dünyaları versen günün her saatinde içilebilen bu içeceği başka biriyle değişmem. Peki ya su? Tamam o da iyi hoş da çay bambaşka. Çok fazla çeşidi var ve keyfine göre yanında ne istersen ye.
  Çay bana Türklüğümü hatırlatıyo aynı zamanda. ''Oğlum iki çay kap! '' yada ''Kızım Ayşe Teyzen'e bir çay koy.'' benzeri cümleler bize özgü. Hatta çay içmek için kurallar koyan, bizden başka ''Çayımı ince belliden başka bardakta içmem, içsem de keyif alamam.'' diyen de yoktur herhalde. İşte bu noktada benim milliyetçiliğim bitiyor. Ben çayımı fincanda, büyücenek kupalarda severim çünkü. Yine bize özgü çay-simit ikilisi yada çay-simit-peynir üçlüsü var ki tadından yenmez. Hem ucuz hem lezzetli bir öğün için gerekenler bunlardır. Simit yok mu? Git hemen bakkala, bir paket püsküüt al, bana bana ye. Dedim ya keyfine göre.
  Çay içmek gerçekten anlamlı. Çayda anlam aramak her akıllının yapacağı iş değil, biliyorum. Sevdiğim her insanla çay içtiğimi fark edene kadar aklımda böyle bir fikir yoktu zaten. Kitap okurken, televizyon izlerken çay içmek çok güzel ama yanında sevdiğinle, onun sohbetiyle gerçekten anlamlı.

  Birgün bu yazıyı okur ve benimle aynı fikirleri paylaşırsan gel beraber çay içelim. Paylaşmasan da gel be.
 

ilgili olabilir bence